Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

30 Eylül 2013 Pazartesi

Birgün Gazetesi Güneş Duru

Güneş Duru
Birgün Gazetesi
14 9 2013



13. İstanbul Bienali bugün itibariyle kapılarını sanat takipçilerine açıyor. Bienalin anlamı bu yıl öncekilere göre çok daha farklı. Zira, Gezi sürecinde yaşananlar bu yılın temasıyla zorlama olmaksızın, doğal bir etkileşimin doğmasına neden oldu. 

Adını Lale Müldür’ün “Anne ben barbar mıyım?” kitabından alan 13. İstanbul Uluslararası Bienali’nin Ocak ayında yapılan tanıtımında politik bir forum olarak kamusal alan fikrine odaklanarak sanat aracılığıyla 'kamusallık' kavramını yeniden düşünme imkanı yaratmayı, yeni düşünce ve hayal gücü kanalları açmayı ve tartışma zemininin yaratılmasına katkıda bulunmayı hedeflediği belirtilmişti. 

Bienalin teması, sanki malum olmuşcasına, polisin Gezi parkını, İstanbul’u ve sonra da diğer şehirlerdeki kamusal alanları zaptedip, gaza boğmasından, gencecik insanların ölümüne neden olmasından önce seçilmişti. Ancak Geziciler erken davranarak kendi bienallerini kendileri gerçekleştirdi. Kırmızılı kadından, Gezi’de spontane ortaya çıkan pek çok iş, duran adam, sokaklardaki grafitiler, tencere ve tavalı protesto biçimleri dahası “Anne Ben Barbar mıyım?” sorusunun muhatabı olmaya fazlasıyla talip olmuş polis ve onun devleti bienale muazzam bir malzeme sağladı. Böylece bienal değil halk inisiyatifi farkındalık ve tartışma zeminine öncüllük etmiş oldu. 

Ancak, bienal bir süre önce sokak etkinliklerinin iptal edildiği açıkladı. Gerekçe olarak yurttaşların özgür ifadelerine izin vermeyen otoriteden alınacak izinlerle yapılacak sokak projelerinin bu işlerin ortaya çıkış nedenlerini ve bağlamını anlamsızlaştıracağı öne sürüldü. 

Sanatın Çetrefilli Bağlamı

İnsan ister istemez düşünüyor, sanatın bağlamı nedir ki? Türkiye’de sanatın insanın ihtiyaçlarının neresinde olduğu, neye karşılık geldiği, sanatçı, iktidar ve halk nezdinde ne kadar farklı algılandığı malum. Kimi sanatı tükürüğüyle boğmak ister, bazıları mahallesine sokmak istemez, kimileri sansürlemek için elinden geleni yapar, bir başkası ucube olduğu için yıkılma emrini verir. 

Böyle olunca gelişmiş ülkelerde kendilerini hem hedonizmle hem de bireysellikle yoğurarak ifade eden sanatın ve sanatçıların Türkiye’deki bağlamı ister istemez evrensel normlardan uzaklaşarak yerelleşiyor. Çağdaş sanatla uğraşan ve özgür işlere imza atan sanatçı ve küratörlerin ülke dışında yaptığı işler “normal”ken aynı işlerin burada sanatçı ve küratörlere “marjinal” bir anlam yüklüyor. Dahası barbar ve karanlık zihniyetler sanatı sadece kendimiz için yapamayacağımızı, sanatın iktidarın ajandasındaki muhafazakar normlara uyularak yapılan bir “etkinlik” olduğunu hatırlatmaya, sansürlemeye ve dayatmaya devam ediyor. 

Sadece yurttaşın değil sanatçının da kamusal alandaki varlığının baskılandığı böylesi bir ortamda, dahası Gezi’yle birlikte hemen her kesimin kendini sokağa çıkarak ifade etmeye başladığı şu önemli günlerde sokaklardan çekilen bienal kendini tema bağlamından koparmayı tercih etmiştir. Bu tercihte belirtilen nedenin yanı sıra, sanat kurumlarının devletle ve sponsorlarla olan ilişkisinin belirleyiciliği de ihtimal dahilindedir. 

Barbar Vitrini

Kamusal alanlar otoriter olanın kontrolü altında tutmayı yeğlediği yerledir. Bireyin bu alanlarda kendini temsil etme biçimi ve hürriyeti otoriter olan tarafından tehdit olarak görülür. Hele de iktidarda sadece kendisi gibi olanlara yaşama fırsatı veren, ötekileri dönüştürmek ve yok etmek isteyenlerin olduğu ortamlarda bu tür alanların çitle çevrili evcilleştirilme sahaları işlevi görür. Çoğulculuğu benimsemeyen toplumlarda bu tür alanlar bireylerin özgür iradesini hiçe sayan barbar vitrinleridir. İnsanlık tarihi boyunca neredeyse sadece otoriter olanın vitrini olarak yapılandırılan “kamusal alan”larda AKP iktidarıyla her hangi bir değişme olmadı. Aksine iktidar bu alanları arzularının arka bahçesine dönüştürme peşinde.

Sanat, bienal tam da bu noktada önem kazanıyor. Çünkü sanat politik, güçlü bir ifade biçimidir. Ne sanatçının varoluşu ne de sanat eseri içinde bulunduğu politik bağlamdan ayrı düşünülemez. 

Talepleri dikkate almak bir yana dursun bastırmak uğruna gencecik insanların ölümüne, yaralanmasına neden olan bir iktidar var. Böylesi bir ortamda varlığını yokluğu ile vurgulama gayesiyle dört duvar içine gizlenen sanatın kendini arayan, düşünmeye zorlayan bağlamına zarar gelmez mi? Oysa bienal yetkilileri otoriter olandan her hangi bir izin almaksızın, gerilla ifade biçimlerini benimsemeli ve çeşitli sürprizlerle direnişin parçası olmalıydı. 

İsmiyle, yeriyle böylesi anlamlı bir zamana denk gelen bienal parklardaki forumları zenginleştirerek, kentsel dönüşüm mağduru mahallelere ulaşmalı, beklenmedik yer ve zamanlarda ortaya çıkmak gibi şahane fırsatlarla sanatın gücünü gösterebilmeliydi. Kim bilir, belki her şeye rağmen kendini sokaklarda ifade etmek isteyenler çıkabilir. Benim hala umudum var!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder