Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

23 Eylül 2013 Pazartesi

Dünyanın en şanssız bienali

Ali Şimşek / 19.09.2013

"Gerçekten en şanssız bienal bu oldu diyebiliriz. O kadar sessiz sedasız başladı ki artık klasikleşmiş bienal protestoları bile olmadı."

Gerçekten en şanssız bienal bu oldu diyebiliriz. O kadar sessiz sedasız başladı ki artık klasikleşmiş bienal protestoları bile olmadı. Öte yandan bize bir basın toplantısını bile çok gördü. Daha fazla canımızı sıkmak istememişler. Oysa basın toplantıları basını eğlendirmek ya da canını sıkmak için değil, benim bildiğim bilgilendirmek için yapılır. Yani profesyoneller içindir. TV izleyicileri için değil... Neyse... Gezi Direnişi fazlasıyla yaratıcı, estetik, orantısız ve performatifti ki, güncel sanatın hayattan alıp galeriye koyduğunu tekrar hayata veriverdi. Güncel sanatta artık bıktırıcı hale gelen sinik ve ironik tat bambaşka bir yere evrilerek capcanlı ve doğru yerde duran bir ironi ve sinizme dönüşüverdi. Yani hayatın kendisi bizzat bienal oluverdi bile denilebilir espriyle karışık. Uzun yıllardır ironi üzerine yazan biri olarak Gezi sürecinde bana en çok sorulan soru, peki bu ironiye ne diyeceksin olmuştu. Güncel sanatta egemen olan ironi üzerine onlarca yazı yazdım ve rahatsızlığımı belirttim her zaman. Aslında yakında Gezi sürecinde ortaya çıkan ironi üzerine uzun bir yazı yayınlayacağım ama kısaca şunu da eklemek gerekiyor. Direnişin ürettiği ve Penguen, Uykusuz gibi mizah dergilerinde pişen, Ekşi Sözlük'ten Zaytung'a ve İnci Sözlük'e uzanan bir dijital havuzda demlenen bu “pampa” dili her şeyden önce yatay işleyen ve bütün metaforları düz anlama çeviren samimi bir stratejiye sahipti. Daha önceki kuşakları etkileyen bütün metaforlar kısa devreye uğratılarak düz anlama indirgeniyordu. Bu samimi inançsızlık, ürettiği yataylıkla, metafor ve dikey anlamın örttüğü bütün potansiyelleri açığa çıkartması anlamında da öğreticiydi. 1990'lı yıllardan itibaren azan “pis ironi”nin hep alt sınıfları ti'ye alan, farklılaştırıcı küçümseyici yönünden çok farklı, yukarıyı ve iktidarı bozmaya çalışan yaratıcı bir ironiydi karşılaştığımız. Uzun dönemde güncel sanatı da dönüştürecek insani bir alaycılık ve inançsızlık stratejisiyle karşı karşıya kalıverdik.

Gezi'nin enerjisi bienal protestolarını da unutturdu demiştim. Ama zaten Gezi'ye birden de gelmedik. Öncesinde Emek Sineması protestoları ve yenilen biber gazı, hemen arkasından Salt Beyoğlu'ndaki “Duvar Resminden Korkuyorlar” sergisine yönelik gerçekleştirilen yaratıcı protesto ve Bienal'ın basın toplantılarını durduran, hatta küratörü eylemciyle karakolluk eden “Barbarları Beklerken” eylemliliklerinde Gezi ruhu hep vardı zaten. Bienal Lale Müldür'ün “Anne Ben Barbar mıyım?” dizesini kendine konsept seçerken, bienal protestosu yapan eylemciler yine bir şairden Kavafis'in ünlü “Barbarları Beklerken” şiirinden dizelerle çıkıyorlardı. Hem bienal hem de karşıtları kamusallık ve kenti vurgularken, Gezi direnişi bu can alıcı ilişkiyi bütün çıplaklığıyla gösteriverdi. Evet, mesele birkaç ağaç meselesi değildi gerçekten.

Direnişin izlerini bienalde bekliyordum elbette. Ama Salt Beyoğlu'nun girişindeki hengame kadarıyla değil. Kurt Schwitters'in Merz projesine rahmet okutacak bir çer çöp yığınıyla karşılaşıveriyorsunuz. Gazeteler, pet şişeler, midye kabukları, çıtalar, birbirinin üzerine yığılmış kalabalık Gezi Parkı'nı anlatıyor sanırım. Ya da ben öyle sanmaya devam edeyim. Ön panoya çiziktirilmiş “yoldaş” ve “eski dünya” göndermesi de Gezi süreci boyunca tartışılan sosyalist siyasetin açmazlarını anlatıyor galiba. Fakat bu yığında bende kalan tek şey, Gezi Parkı ve pislik oldu. Kimse kızmasın ama öyle! Oysa direnişçilerin her sabah yaptıkları mıntıka temizliği büyük bir sempati bile doğurmuştu. Bunun dışındaki kapıda bekleyen Halil Altındere'nin balmumundan cüce güvenlik memuru heykeli ise yazımın başında tartıştığım “pis ironi”ye iyi bir örnek. Altındere alt sınıfları ve yoksulluğu groteskleştirerek ironi üretmeye tam gaz devam ediyor yine. Daha önce Beyoğlu'nun özgün tiplerinden Pala'yı mumyalayarak da aynı görünürlülüğü sağlamıştı. Oysa direnişin dili yukarıyı, ezenleri groteskleştirmesiyle de öğreticiydi. Altındere bunu öğrenir mi bilemem ama. Aşağıya vurmak hep kolay nasılsa.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder